“Gerçekten çıplak değildim. Sadece üzerimde kıyafetlerim yoktu”
Jospephine Baker, 1920'lerde Amerika'da zencilere karşı yapılan kötü muameleler ve haksızlıklardan nasibini alarak büyümüştür. Her ne kadar Amerika'da dans etmeye başlamış olsa da tam anlamıyla bir dansçı olarak kabul gördüğü asıl yer Paris olmuştur.
Dansları sırasında yapmış olduğu muzip ve eğlendirici yüz mimikleri onu diğer dansçılardan farklı kılmış ve ön plana çıkarmıştır. Ününü perçinlemek için çıktığı Avrupa turnesinin dönüşünde, Afrika ile ilgili en ufak bir fikri olmamasına rağmen muzlardan oluşan eteği ile yapmış olduğu egzotik muz dansı onu zirveye taşımıştır. Muz dansından sonra ise en çok bir çita ile yapmış olduğu dans, o dönemin bohem Paris'ine istediğini fazlasıyla vermiştir. Paris ise Jospehine'e dünyanın en zengin kadınlarından biri olma yolunu böylelikle açmıştır...
Josephine bu şöhretini ülkesi Amerika'da da perçinlemek adına oraya geri döner. Ancak ne şovu beklediği ilgiyi görür ne de kendisi beklediği saygıyı. Bunun üzerine Paris'e geri dönme kararı alır ve hayran olduğu Jean Lion ile evlenerek Fransız vatandaşı olur. Bu Josephine'in Amerika'da boşanma ile sonuçlanan iki evliliğinden sonra üçüncü evliliğidir.
2. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla casusluk yaparak yeni ülkesine hizmet etme şansı yakalar. Almanların Paris'i ele geçirmesiyle birlikte de Fransa'nın güneyindeki Milandes Şatosu'na yerleşir. Savaş sonunda ise Fransa tarafından birçok onur madalyası ile ödüllendirilir.
Eski ülkesini de unutamayan Josephine 1950'li yıllarda Martin Luther King'in başlatmış olduğu insan hakları ve özgürlük hareketine de destek verir.
Manhattan'daki ünlü restaurant Stork'a gittiği sırada ise ırkçılık sebebi ile istediği hizmeti alamaz. Bu sırada Stork'ta bulunan Grace Kelly ona destek olarak iyi bir dostluğun başlamasına vesile olur. Bu olaydan sonra Jospehine ırkçılağa karşı kendi savaşını vermeye karar verir. Birçok düşük yapan Jospehine farklı milletlerden 12 çocuk evlat edinerek Gökkuşağı Ailesi adını verdiği büyük bir aile kurar. Savaş sırasında sığınmış olduğu Milandes Şatosu'nun tamirat ve bakımını besteci olan dördüncü eşi Jo Boullion ile tamamlayarak ailesi ile birlikte bu şatoda yaşamaya başlar. Amacı tüm dünyanın dikkatini ırkçılığa karşı vermiş olduğu mücadeleye çekmektir. Farklı ülke ve milliyetlere sahip olan çocuklarının birarada nasıl mutlu yaşabildiğini gözler önüne serer.
Maalesef ilerleyen zamanlarda hem geçim sıkıntısına düşer hem de eşi ile boşanır. Tek başına hem çocuklarla ilgilenmek hem de şatoyu ayakta tutabilmek daha da güçleşir. Borçlarından dolayı şatoya el konulmak istediğinde saatlerce yağmurun altında kalarak, şato kapısından geçit vermemesi ise tüm dünya tarafından izlenir. Gönlü bu duruma razı olmayan Grace Kelly, ona birkez daha yardım elini uzatır.
Bu olaylar sonrasında Josephine oldukça yaşlı olmasına karşın sahnelere geri dönmek zorunda kalır. Gençliğinde olduğu gibi Paris'te yine başarılı olur ve Paris revüsünün başoyunculuğuna kadar yükselir. Tekrar zirvedeyken kendisi hakkında yazılmış olan başarı makalelerinin bulunduğu gazetelerin arasında yatağında hayata veda eder. Fransa tarafından yapılan devlet töreni ile cenazesi en yakın dostu Grace Kelly'nin yaşadığı şehir olan Monte Carlo'ya defnedilir.
Dünyanın en zengin kadınlarından biri haline geldikten sonra bu gücünü, farklı renk ve kültürlerden 12 çocuk evlat edinerek oluşturduğu Gökkuşağı Ailesi ile tüm dünyaya barış ve ırkçılık dersi vermeye çalışmasını dahiyane bir fikir olarak görüyorum ve Josephine Baker'ı takdir ediyorum.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder